8 Haziran 2016 Çarşamba

MARKASINA SAHİP ÇIKAMAYAN ANKARA



07.06.2016 Milliyet-Ankara Gazetesi


Alçakgönüllülükle değer bilip değeri öne çıkarmak, çelişik tavırlar değildir. Değeri görünmez kılacak kadar alçakgönüllülük, değere zarar; değerin değerliğini geciktirir. Siz beklerken birileri çıkar, değerin kıymetini bilir ve değeri değerlendirir.

Ustalığın hakkını alamıyor
Yüzlerce binlerce örneği vardır Ankara’da. Mesela dünya çapında bir ressamı, heykeltıraşı, edebiyatçıyı, oyuncuyu, müzisyeni, bir müzik aleti ya da el sanatları ustasını, fotoğrafçıyı, akademisyeni, mimarı, tasarımcıyı, gazeteciyi, sporcusunu, daha sayabiliriz, başta İstanbul olmak üzere başka şehir ve ülkelere kaptırmıştır Ankara. Giden de dönüp geri bakmaz bu aşırı alçakgönüllülüğün kıymetbilmezlikle karıştığı şehre.

Bu şehir onu yoğurur, değere ya da markaya Ankara’da dönüşür ama ustalığın karşılığını göremediği için uzun süreli bir küskünlük yaşar terk eden. Ankara da “Niye gittin?” demez, çarkı yeni değerler yoğurmaya devam eder.

Bürokrat kafalı şehir
Bu ilişki biçimi, bir ürün ya da firma için de geçerlidir. Ankara’da gelişir, kalitesiyle ülke çapında marka olur ama gömleği de dar gelmeye başlar, sığamaz şehre. Belli bir büyüklükten sonra başkentin damarları dar gelmeye başlar, açılamaz dünyaya. Bütün kapılar buraya, buradan dünyaya açılması gerektiği halde, başkentte olduğu halde açılamaz.

Bürokrat kafalıdır çünkü şehir; herkese, her işe eşit mesafede duran, aşırı tedbirli, işinden fazlasına el atmayan kafalıdır. “İyi bir sanatçı, iyi bir profesör, iyi bir sporcu, iyi bir firmasın ya, aferin sana” der, biter. Yerel idarecilerin de işine gelir bu kafa; macera yoktur, idaresi kolay olur.

Altyapı var üstyapı yok
Oysa İstanbul, kendisine bırakmaz, önce değeri ülke çapında tanıtır, yaygınlaştırır ve durmaz, dışarı açmaya uğraşır. Yeter ki pazarlanabilir bir yetenek, fikir, ürün ya da firma olsun. Değere değer katar, onun değerinden nasiplenir sonra. Hatta bazen o kadar ileri gider ki nitelikli bir değer taşımadığı halde değerli olmayan insan ya da ürünleri olduğundan fazla gösterir, markaya dönüştürür, yutturur bize.

Bunu yapabilme becerisi vardır, o yüzden Ankara’dan giden, orada büyür. Başarılı insanlar, fikren beslendiği ortamı kaybetmek pahasına gider, firma, nitelikli işgücünü terk etmek pahasına gider. Gömleği, orada değiştirirler.

Cumhuriyet’le dünya siyasetini, modern yaşamı, bilimi, sanatı yeniden yakalayan örnek şehir başkent Ankara, bürokrat kafanın kurbanı olur. Özel sektörü bile devlet dairesi ufkuyla çalışır. Değer yaratmanın altyapısı vardır ama kaymağını alacak üst yapısı yoktur.

Burada kazanılanı götürüyorlar
Gönderdiği sanatçıların albümlerini başkaları satar, bilim adamlarını başka üniversiteler değerlendirir, edebiyatçı orada çok satar, sporcuya orada destek olunur, ressam oradan dünya sanatçısı olur, firma orada uluslararası meydana çıkar. Daha acı bir şey; Ankara’da oluşup, gelişen firmalar ki bunların içinde devlet kurumları da var, genel müdürlükleriyle beraber sanat eserlerini, galerilerini, kütüphanelerini, spor takımlarını İstanbul’a taşıyor. Hiç Ankara’ya borçlu hissetmiyorlar kendilerini.

Bu ruhhali üretiliyor
Bu ruhhali yaratılıyor ve üretiliyor çünkü başkentte. Günlük yaşam sınırlı akıyor, şehrin ileri gelenleri ortak akılda birleşemiyor, bürokrat akla terk ediyorlar sokakları. Geriye, keçisine, sof kumaşına, tavşanına, kedisine, 11 çeşit üzümüne, Kalecik Karası’na, armuduna, vişnesine, domatesine, balına, buğdayına..
Tarihine, Ankara Kalesi’ne, Ulus’una, Mogan Gölü’ne, bağevlerine, kaplıcalarına..
Daha da sayamadığımız çok markasına sahip çıkamayan, sadece şikayet eden bir şehir kalıyor. Markası çok, sahip çıkanı yok.

İstanbul’a gidin” demek istemiyoruz, “Markalarınıza böyle yapacaksanız gitmeye devam edecekler, uyanın artık” demek istiyoruz.

Hiç yorum yok: